Hasrete vuslat yaklaşmıştı…
Toplar hazır, ordu hazır, Çandarlı’nın çevresindeki birkaç vezir dışında, komutanlar da hazırdı… Onca dil dökülmüş, ancak
Çandarlı’yı ikna etmek mümkün olamamıştı.
Seferin hüsranla sonuçlanacağına inanıyor, son ana kadar, Padişah’ı bu seferden vazgeçirmeye çalışıyordu.
O kadar ısrar etmişti ki, Padişah öfkelenmiş, “Ya gel, ya kal” demişti, “artık kararını ver Çandarlı!”
Çarnaçar o da yola koyulmuştu. Ancak yüreğinde değişen bir şey yoktu: Hâlâ hüsran bekliyordu. Osmanlı ordusu, 1452 senesi
Ocak ayının sonlarında Edirne’den yola çıktı. Büyük topların önünde, Kraç Bey komutasında on bin akıncı süvarisinden
meydana gelen gözü pek bir birlik gidiyordu… Koca toplardan her biri elli çift öküzle çekiliyor, dengesini sağlamak için de iki
tarafında iki yüzer asker bulunuyordu. Ayrıca yolları düzeltmek için de elli arabacı ile ikiyüz kazmacı önden gönderilmişti.
Edirne’den İstanbul’a geliş o kadar zor oldu ki, yol tam iki ay sürdü.
Fakat zahmet kimsenin umurunda değildi, yürekler hedefe kilitlenmiş, gözler başka bir şey görmemeye başlamıştı...